Eleştirmen, yapıt yaşayandır. Eleştirmeni olduğu yapıtı duyar, anlamlandırır, yorumlar. Değerlendirir.
Eleştirmen, yapıta yaşayışı, yaşantılarıyla yaklaşır. Okur da yapıtı yaşayabilir. Nedir, okurla eleştirmenin farkı? Eleştirmen yaşadığını işler. Yapıta çevirir. Eleştirdiği yapıtı yaşayarak, bu yaşantılarını işleyerek kendi yapıtına, eleştiri yapıtına dönüştürür. Herhangi bir okur, genellikle yaşantıyla yetinir, yaşantıda kalır. Yaşantısını diğer yaşantılara katabilirse de yapıta dönüştürmeyebilir.
İçim yok. Bulsam. Dışıma çıkacağım. İçimdeki ayna bir uçurum. İçime düştüğüm için çıkamıyorum dışıma. Dışımdaki biçime. İnsanlara. Yüzlere. Nasıl bakıyorum yüzlere? Doğru ürküye. Korkuya. Kalakalmaya. Afakanlara. Basmaya. Kendime. Kendimi. Kendimin saklandığı mağarayı basıp, kendime çıkmaya. Kendimin yüzüne bakmaya. Kendimlerin yüzüne bakmaya. Kendime merhaba demeye.
Nasıl yaşanır yapıt? Eleştirmen, fiziksel algılamasından kalkarak, bu algılamanın yer aldığı, kültürel anlam çerçevesinin içinde, dilbilimsel, tarihsel, toplumsal, ruhsal boyutlarıyla karşılaştırdığında, yapıtın, bir geleneğin devamı olduğunu görür. İlişkili olduğu, anlattığı dünyayı kavrar. Yapıt, dünyayı, insanı, yaşamı bir anlam dağarcığı ile sunar. Her edebiyat yapıtı bir anlam dünyası içindedir. İşte eleştirmen yapıtı yaşayarak, anlam dağarcığı ile ilişkiye geçip, onun anlam dünyasının içine girer.
Yetkin, bütüncül bir eleştiri, inceleme, anlamlama ve değerlendirme bileşenlerinden oluşur. Yine de, bir çok eleştiri bu üç bileşenin tümünü içinde taşımaz. İnceleme, yapıtı, filolojik, dilbilimsel, bilimler arası disiplinlerle (sosyal bilim dalları, onların kendi aralarında oluşturdukları yeni dallar (sosyo-ekonomi gibi), doğa bilim dallarıyla ortak dallar (nöro-linguistik gibi)), geleneksel edebiyat incelemesi yöntemleriyle de birleşerek gözden geçirir. Özelliklerini saptar. Değerlendirme, eleştirinin estetik değer biçme boyutunu oluşturur. Eleştirmenin kendini ortaya koyduğu, estetik yargılar içeren, edebiyat yapıtının diğer yapıtlar arasındaki yerini, önemini, değerini belirleyen çalışmalardır.
Yapıtın yaşanması, anlamlamanın gerçekleşmesi demektir. Her edebiyat yapıtı, yaşam karşısında insanın deneyimlerini sunar. Yaşama verdiği anlamı dillendirir. Yapıt, insan yaşantısının anlamla yoğrulduğu, deyim yerindeyse anlamlandırıldığı, bir anlam dağarcığı taşır içinde. Eleştirmen, yapıtı yaşarken bu anlam dağarcığıyla, yapıtın anlam dünyasının içine girer. Bu yaşantı, dilsel anlamların ardına düşer de, yapıtın anlam dünyasının öte yüzüne, arka alanına ya da ard alanına geçebilirse, anlam dünyası derinliğine yaşanmış olur. Dilsel anlamların düzeyinde kalmayıp, yapıtın kültürel, giderek metafizik anlamını yaşayabilen eleştirmenin yapıtı, bu arka alana geçemeyen bir diğer eleştirmeninkine göre daha yaratıcıdır.
İnceleme boyutunda da yaratıcı olabilme olanağı vardır. İnceleme, bilgiyle pekiştirilmiş bir yaşantı donanımı ister. Kalıpların, mekanik düz teknik uygulamalarının, kuru, basmakalıp çözümlemelerin incelemeyi sıradanlaştıracağı açıktır. Akademik görünümlü inceleme çalışmalarında, inceleyici yapıtı yaşayamadığı, onun anlam dağarcığına ulaşıp, anlam dünyasına giremediği için, bir kuruluk, sığlık sezilir. Eleştirmenin ya da inceleyicinin yapıtın anlam dağarcığına ulaşmadan, anlam dünyasına girmeden incelemeye kalkışması doğru değildir.
Anlam dağarcığı, bizi dil ötesi anlam dünyasına götürecek, yapıtın dünyaya anlam vermelerinin anlam vermesini, yorumlanmasını sağlayacak malzemedir. Dilsel, ruhbilimsel, dilbilimsel, toplum bilimsel, tarihsel, kültürel, ekonomik… kaynaklardan beslenir. Yapıt bize insan yaşantılardan bir kesit ya da kesitler sunar. Bu yaşantıları dillendirir, diliyle, anlatımıyla, bu yaşantıları anlamlandıracak bir malzeme hazırlar. Dilin anlam çözümlemeleri bu yaşantı birikimi üzerine kurulur. Eleştirmene yapıtın anlam dünyasına girmesi için bir köprü bir merdiven oluşturur. İşte bu geçişi sağlayan donanıma anlam dağarcığı diyorum. Örneğin bir divân şiirini yaşayan eleştirmen için anlam dağarcığı, şiirin sözcüklerinin tek tek anlamlarının toplamından oluşmaz. Sözcük anlamları, şiirin kültür atmosferi içinde, şairin yaşam atanındaki özel anlamlarla birleştiğinde anlam dağarcığını oluştururlar. Eleştirmen bu dağarcıkla anlam dünyasına girer. Başarabilirse, bu anlam dünyasının ardına, metafizik anlam alanına geçer.
Çağımız insanı bir anlam aşınması yaşamaktadır. Yaşamın, yaşamdaki yerinin anlamı konusunda, gerekli anlam yenilenmeleri, anlamlamalar, gerçekleştiremediği için, anlam sağlığı bozulmuştur. Bu noeziyatrik sorunu, tıpsal ve psikolojik sorunlarının içinde kaybolması yüzünden görememektedir. (Noêsis, anlam verme, iatreia sağlığa kavuşturma anlamında. Eski Yunanca’dan devşirme iki sözcük. Bir araya getirilince Noeziyatri gibi bir sözcük çıkıyor, Türkçe okunuşuyla. Anlam sağlığı olarak kullanıyorum. Bu sözcüğü!) Anlam yılgınlığı, bıkkınlığı çeken çağımız insanı deyim yerindeyse hiponoezi’den, anlam yoksulluğundan çekmektedir. Eleştirmenin gücü, yapıt yaşantısında bu yoksulluğu kırmak olmalıdır. Sanat, anlam yoksulu çağımızda, anlam zenginliğine ulaşmak için önemli bir olanaktır.
Eleştirmen yapıtın içeriğiyle gördüğünü, anlamlandırdığını, yorumladığını, görerek, anlamlandırıp yorumlayarak, yapıtı, kültürün yaşam alanına katacaktır. Yine, eleştirmen içerikten kopuk olmayan, yapıtın biçimiyle görülen, anlamlandırılan, yorumlananın, görülüp, anlamlandırılıp yorumlanmasını gerçekleştirecektir. Görme, ilk basamaktaki anlam eşiğine atılan adımla oluşur. Görmenin ardından, anlamlandırma edimi, işlenerek yorumlanacaktır. Yorum, anlamlandırmalar üstüne bir anlam işçiliğidir.
Demek ki eleştirmek, gözü kapalı, soyut kavramlarla, işe yapıtla olan yaşantımızı katmadan girişebileceğimiz, kuru bir çaba değildir. Bir eleştirmen olarak yapıt bizden anlam bekler. Okur da bekler. Belki, yazar da. Edebiyat bizden anlam bekler. Bu noetik talep karşısında, eleştirmen, yapıtın anlam dünyasının kapısını aralamak, eşiğini aşındırmak durumundadır. Bu dünyaya yaptığı gezilerde gördüklerini saptar, notlarını tutar; bu anlamlandırma notlarını işleyerek, bütünleyerek, yeniden anlamlandırarak yorumlarını oluşturur. Okursuz, eleştirmensiz bir yapıt deyim yerindeyse anoezi içindedir, anlam yitimi yaşamaktadır. Okur ya da eleştirmen, yapıtı yaşamıyorsa anoezi anlam yitimi sürüp gitmektedir. Öyleyse, eleştirmen ve eleştirmence yaşayan okur, yapıtın anlam dünyası yolcuları, anlam dünyası kâşifleri, yapıta anlam sunanlardır; noetik açıdan yapıtın canlandırıcıları, yaşatıcılarıdır. Eleştirmen, yapıttaki anlam dünyasına girebilip, yaşayarak, bu anlamı işleyen, dokuyan, bunun sonucunda kendi yapıtını oluşturan, bir yaratıcı anlam kâşifi, bir olmazsa olmaz kültür insanıdır.
ANLAMLAŞMA
Eleştirmen, her yapıtın eleştirmeni değildir. Her eleştirmen her yapıtın anlam dünyasını yaşayamaz. Her yapıt her eleştirmene yakışmaz. Memur zihniyetli olmayan bir eleştirmen, yaşayamadığı bir yapıtın anlam kapısından içeri girmeye çalışmaz. Eleştirmen içselliği, içtenliği, namusu, bence, bunu gerektirir. Yapıt eleştirmene, eleştirmen yapıta yakışmalıdır. Sanki, yapıtla eleştirmen arasında bir yaşam anlaşması, karşılıklı anlam alıp vermelerden oluşan bir anlamlaşma olmalıdır. Eleştirmen yapıttan anlam devşirmeli, yapıta kendi eleştiri bahçesinden anlam sunmalıdır. Yapıtın eleştirmence yaşanıp, işlenmesi anlamsal bir etkileşimdir. Ancak anlamlaşabildiğimiz yapıtların eleştirmeni olabiliriz. Bu savım, eleştiriyi akademik bir etkinlik olarak gören arkadaşlarımı kızdırabilir. Onlara da inceleme ve dünyaya girmeden yorum olanağı hep kalacaktır.
YAPIT – ELEŞTİRMEN – İLİŞKİLERİ
Bu ilişkileri üç ana öbeğe ayırabiliriz;
- Eleştirmeni olamadığımız yapıtlarla,
- Eleştirmeni olabildiğimiz yapıtlarla
- Eleştirmeni olduğumuz yapıtlarla ilişkiler.
Bunları sırasıyla gözden geçirelim.
- Anlamlaşmayı sağlayamadığımız, yaşayamadığımız yapıtlarla ilişkide, yapıtlara nasıl yaklaşacağız?
- Onlardan tad almayı amaçlayan yaklaşımda, yapıtın anlam dünyasına girmeden, yüzeysel dokunmalarla, yapıttaki kimi sözcükleri, imgeleri, anlatımları sevmekten öteye bir amacımız yoktur. Bu yaklaşımda, ‘tad’ alma yeteneği kullanarak yapıtı severiz. Elbette ‘tad’ alma yetimiz bizi yapıttan soğutabilir de. Onu tatsız da bulabiliriz. Bu tür yapıt okumada duygularımızın payı çok olabilir.
- Yapıtı gözden geçiririz. Bir dergide, ayın şiirlerini yazan biriysek örneğin, şiirleri gözden geçirip, bir yargıya varırız. Öğretim amacıyla da bu tür “soğuk” gözden geçirmeler yapılıyor. Eleştirmen, bu gözden geçirmelerde, anlam dünyası yolculuğu gibi tehlikeli yolculuklara girişmez.
- Yapıt, “akademik” ciddiyetle incelendikten sonra yargılanır. Bu yaklaşım, gözden geçirmeye göre daha donanımlı olmayı gerektirir. Bilgi ve düşüncelerimiz yardımıyla takdir yetimizi kullanarak yapıtı değerlendiririz. Bu tür bir takdir yaklaşımı, yaşanmamışlığı taşıdığı için mesafelidir. Kimi zaman, akademik bakış, buna “nesnellik” der.
- Yaşanmamışlığın en olumsuz biçimi yapıta önyargılarla yaklaşmaktadır. Üyesi olduğu, çıkarı bulunduğu bir yayın kurumu adına eleştiri yapanlarda bu tür önyargılamaları görürüz. Önyargıyla bakan kişi kendini eleştirmen olarak görür. Yapıtı yaşayamadığı için o yapıtın eleştirmeni değilse de, deyim yerindeyse Deli Dumrul’udur! Ticâri satış elemanıdır. Seçtiği ve seçmediği yapıtlarla gerçekleştirdiği budur.
- Eleştirmeni olabildiğimiz yapıtlara beğeniyle yaklaşırız. Beğenimiz, bilgimiz, eleştiri duyarlılığımız, eleştiri namusumuz bu yaklaşımda önemli bir yer tutar. Beğenimizle yapıtı yorumlar değerlendiririz. Yine de yapıtın anlam dünyasına girdiğimiz söylenemez. Belki, bu yazıdaki kavramlar açısından söylersek, anlam dağarcığına ulaşıp da, anlam dünyasına girmeyiz. Bunu “tarafsızlık”, “nesnellik” adına ya da yapıtın anlam dünyasını girilmeye değer bulmadığımız için yaparız. İsteyip de anlam dünyasına girememek de, bizi beğeni düzeyinde bir yaklaşımda bırakmış olabilir.
- Eleştirmeni olduğumuz yapıta ise, anlamlaşmanın verdiği bir zevk ile yaklaşırız. Zevk, yapıtın anlam dünyasında dolaştıkça dönüşümler geçirir, açık uçludur. Yapıtı denemekte, yaşamaktayızdır, bu yaşam zevkimizin sağladığı enerjiyle gerçekleşir. Anlam dünyasının ötelerine götüren güçtür zevkimiz; bu dünyadan öğrenip, yorumumuzu anlam işliğinde, işleriz. Her anlam dünyası yolculuğundan öğrenerek döneriz.
Eleştirmen yapıtın anlam dünyasından etkilenir, dönüşür; bu dünya da, eleştirmenden etkilenir, farklı yüzlerini belirgin kılar, örtülü anlamlarını görünür kılar, görünür sandıklarımızı örter.
Eleştirmeni olduğumuz yapıta yaklaşma yollarından biri de tarzımızla yaklaşmaktır. Tarzımız, bize özgü olan, yapıtla ancak bizim gerçekleştirebileceğimiz yaklaşımı olanaklı kılar Kendimize özgü yaklaşım, başarılı olabildiğinde, okurların da diğer eleştirmenlerin de bundan öğrenecekleri olabilir. Yapıtla eleştirmen arasındaki yakışma doruğuna varmış olur. “Ancak bu eleştirmen, bu yapıtı böyle yorumlayıp değerlendirebilirdi” deriz, tarzı olan başarılı bir eleştiriyi okuduğumuzda.
TÜRKİYEDEKİ TÜRKÇEDEN ELEŞTİRİ
Eleştirmek, eleştirmeni ister. Eleştirmen için bir göze almadır eleştiri. Biz de yeterince geliştirilmemiş bir alandır. Eleştirinin, Türkçe’deki eleştiri sözcüğüyle oynayarak, Türkiye’deki durumu için birkaç ipucu verebiliriz. (Bunu bir düşünce oyunu olarak kabul edebiliriz!)
Eleştiri sözcüğünü “ele-eştiri” diye okursak, ele eştiri yapmak diye bir sonuca varabiliriz. “El”in anlamlarından biri “irade, otorite, iktidar”dır. “Bu adamların elinde ne yapabiliriz?” tümcesinde olduğu gibi. Eştirmek sözcüğü ise, eşme işini yaptırmanın yanında, “bir işi bir an önce yapmaya koyulmak, bir hizmetin yerine getirebilmesine çalışmak” anlamını da taşır. Bu yorumla “ele-eştiri”, otoriteye, koşturmak hizmet etmek anlamına gelir ki, çıkarları, patronları için eleştiri yapanların etkinliklerini anlatır.
Oysa, başka türlü okumayla ele karşı eştiri, otoriteye karşı çıkmak sonucuna da varılabilir. Kime eştiri yapıyorsun? Ele, Ele koymaya, müdahaleye, müdahale eden otoriteye.
Eleştirinin yaptığı çağrışımlardan biri de elleştirmedir. Elleştirmenin zengin anlamları içinde, “tokalaştırmak”, “yardımlaştırmak” dikkat çekicidir. Yapıtla eleştirmen, yapıtla okur arasında bir tokalaşma, yardımlaşma çabasıdır.
Elbette, Batı dillerindeki karşılıklarına benzer temel bir anlamı var eleştirinin. Elemekle ilgili! İncesini kabasından ayırmak, en iyilerini seçmek. Elemek, elimizdedir. Elleşmeye, yardımlaşmaya, bilimlerle, felsefeyle, yaşamla bağlar kurarak, gereksinimimiz var. Bu güçle, bu güce el vererek, bu elle, eştireceğiz, eleştiri atını hızla süreceğiz. Türkçenin olanaklarıyla, Türkiye yaratıcı eleştirmenlerine gebe olabilir. El (sıra) birilerindedir belki, eştirecektir!
Prof. Dr. Ahmet İNAM
www.felsefehayat.net