
Ortaokul birinci sınıftayken makaleler, denemeler, köşe yazıları yazmaya çalışıyordum, hayalimde köşe yazarı olmak vardı.
Öğretmenlerim neden köşe yazarlığı diye sorduğunda, “benim bu insanlığa söyleyecek çok şeyim var” derdim, gülerlerdi. Sonradan ben de güldüm kendime, hem de her hatırladığımda, hatta şimdi bunu yazarken bile ama o zaman, çocukluk işte.
Halen içimdeki çocuğun hayalidir, neyse…
Yine ortaokul birinci sınıftayken, birgün bir gazetenin verdiği ekte şimdi adını hatırlamadığım, Nobel ödüllü, dünyaca ünlü bir romancıya dildeki başarısının nedeni soruluyordu. Yanıtının yazmakla ilgili bütün hayallerimi değiştireceğini bilemezdim. O gün, o yanıt elimdeki kalemi alıp, başka bir kalem verdi elime “bundan sonra bununla yaz” diye.
Uzatmayayım, mealen şöyle diyordu “daha iyi roman yazabilmek için yıllarca şiir yazmaya çalıştım, şair olabilmek için değil, romancı olabilmek için yıllarca şiir yazdım. Bana göre şiir yazamayan biri edebiyatın hiçbir dalında yazamaz.”
Haydaaa…
Makale, deneme, köşe yazısı…
Şiir yazamıyorsam köşe yazarı olamayacak mıydım?.. Panikledim. O panikle şiire attım kendimi, bir daha da çıkamadım…
Çenem düştü yine… Projeyi anlatacaktım.
Lise yıllarımın projesidir TAYF. Dokuz kitaplık bir proje.
Tayf’ ın yedi rengi, iki de renk ötesi. Yani; kızılötesi, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor, morötesi.
Merak edenler ve etmeyenler için: Görseldeki baykuş şamanların bilgelik sembolüdür. O da ayrı bir hayal işte.
Dilerim Tayf’ ı geçip, baykuşa ulaşabilirim.