Böyle bir soruyu bana sormanız çok yanlış, çünkü şiircileri mutlu edecek şeyler söylemem mümkün değil. Öte yandan söyleyeceklerimin şairlerin umurunda bile olmaması gerekir.
Önce bir Türk, Türk şiirine dışarıdan bakamaz, çünkü yurt dışında yaşasa da dışarıyı iyi bildiği sanılsa da dışarıda değildir. Aynaya bakılmasını söylemem de tehlikeli olur. Aynalar ya gerçeği göstermez ya da bakan gerçeği görmez.
Beni şaşırtan bu merak: “Türk şiiri dışarıdan nasıl görünüyor acaba?” sorusu. Sadece Türk şiiri değil dünyanın bütün şiirleri dışarıdan bakıldığı zaman bir blok, bir kütle halinde görül(n)mez. Bazı şairler görünür, bazı şairler görülür.
Bir soru: Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Yunan, İspanyol, Portekiz, İsveç şiirleri Türkiye’den bakıldığı zaman nasıl görünüyor? Bir zamanlar bu soruya şöyle cevap verilirdi: Günümüzde şiir sadece Türkiye’de ve Güney Amerika ülkelerinde yazılıyor. Doğru olabilecek bir soruya verilen yanlış bir cevap! Çünkü günümüzde iyi ya da kötü şiir yazıldığı en azından 50-100 yıl sonra resmen belli olur. 2015 yılında Türkiye’de şiircilerin yazdıklarının şiir olmadığı söylense kimse kulak asmaz.
Türk şiiri denilince dışarıda akla sadece Nazım Hikmet geliyor. Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Yunan, İspanyol, Portekiz şiirleri sorulunca da akla Nazım Hikmet’in çağdaşları geliyor: Aragon, Eluard, Brecht, Ungaretti, Ritsos, Elitis, Seferis, Lorca, Pesoa, falan filan…1960’lara kadar süren (biyografi açısından) şiirin destansı çağı…
Bize göre, şiirimizde, Nazım Hikmet dışında Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Oktay Rifat, Behçet Necatigil’in yurt dışında yayınlanması ve bilinmesi gerekir(di). Ben ciddi olarak böyle düşünüyorum. Bu şairleri ülkelerinin önemli şairleri ve çevirmenleri çevirmiş olsaydı, Nazım Hikmet kadar olmasa da bilinebilirlerdi. Örneğin İspanyol dilli şairlerin Jacquet Ancet adında bir şair-çevirmenleri var. Çok iyi bir pasaporttur. Rusça yazan Çuvaş şair Gennadi Aygi’yi de Ataol Behramoğlu’nun Sorbonne’dan hocası Leon Robel dünya çapında bir şair yapmıştır. Ama bu da yetmez…
Yayıncı da önemlidir ama ilk önemli olan çevirmendir. Türk şairlerini ya Türkçe bilen şairler anadillerine çevirecek ya da çeviri çevirmen ile şairin ortaklığı ile yapılacak. Dünyanın hangi dilinde böyle bir düzen ve ortam var? Yok!
Peki Türkiye, başta komşu ülkelerin, Avrupa ülkelerinin, dünya ülkelerinin şiirlerini tanıyor mu? Nasıl tanınacak? Ya millet yabancı şairlerin dilini bilecek ya antolojileri ya da dilimize çevirilen şairleri okuyacak. Size tartışılmaması gereken bir şey söyleyeceğim: Yabancı bir ülkenin şiir ve edebiyatını ancak o ülke dilinin filolojik öğrenimini görmüş biri epeyce tanıyabilir. Türkiye’de böyle kaç kişi var? Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da böyle kaç kişi var?
Türkiye’ye dönelim: Kaç genç şairin kitaplığında Said Maden’nin İspanyol ve Fransız şairlerinden çevirdiği kitaplar var? Kaç Türk şairinin kitaplığında Lautréamont’un, Rimbaud’nun, Aloysius Bertrand’ın, René Char’ın, Kavafis’in, Seferis’in, Ritsos’un, Elitis’in, Voznesenski’nin, Lorca’nın, Ahmatova’nın, Yesenin’in Türkçeye çevirilmiş kitapları var? Kaç şairin kitaplığında Yüksel Pazarkaya’ın dilimize çevirdiği Rainer Maria Rilke’nin Bütün Şiirler’i (Cem Yayınevi) var?
Şiir şairin tek başına yapıp-becerdiği bir eğitim-öğretim işidir. Bu işi yapması için şairi hiç kimse zorlamaz. Bu nedenle “şairin çektiği çile”den söz etmek palavradır. Çile çeken çile çektiğini bilmez. “Ben nasıl görünüyorum acaba” kaygı ve merakı sadece şiircilerin işidir, şairin böyle bir kaygısı olamaz. Her zaman yazıp söylediğim gibi insanın kafasının içinde şiir salgılayan bir bez (organ) yok. Bütün antolojileri okuyup ezberleyeceksin sonra hepsini unutacaksın. Ama bizim genç şiirciler kendi akranlarının şiirlerini okuyorlar, onlarla yarışıyorlar. Sonra da “Acaba biz Fransa’dan, İngiltere’den nasıl görünüyoruz?” diye merak ediyorlar.
Himalaya’nın tepesine tırmanacaksın ama görünmek için değil tırmanman gerektiği için…
Ve tırmanırken merak edeceksin: 80 yaşındaki şair ne yazıyor acaba?
Yeni bir şey yayınladığı zaman işi-gücü, belki de yazmakta olduğun şiiri bırakıp onu okuyacaksın: Belki de telefon direkleri dizisine yeni bir direk eklemiştir.
Yazılan Türk şiiri işini iyi bilen bir mimarın çizip, usta bir duvarcının tuğladan ördüğü bir yapıdan çok, bütün yapı malzemesinin üstüste yığıldığı bir şantiyeye benziyor.
Bir tiyo daha: En soyut şiirin bile anlatılır bir öyküsü vardır, olmalıdır!
ÖZDEMİR İNCE