Sizce bir insanı ikna etmenin yolu nedir? İkna etmek bir mantık işi midir?

Cevabını hemen vereyim: Kimse kimseyi mantıkla ikna edemez. İkna etmenin mantıkla hemen hemen hiç alakası yoktur. İster patronunuzu ister sevgilinizi; ister anne-babanızı ister çocuğunuzu; ister tek bir kişiyi ister bir topluluğu ya da bir milletin tamamını ikna etmek isteyin, yapmanız gereken “öykü anlatmaktır”.

Biz millet olarak “ciddi işlerde” öyküye başvurmayız. Hatta siyaset, ekonomi ya da tarih gibi alanlarda bireylerin hikâyeleri çok daha geri planda kalır. Hâlbuki gerek tarihi gerekse günümüzün liderlerini tanımanın, dönemlerini ve olayların gelişimini takip etmenin en sağlıklı yolu bireysel ve dönemsel öyküleri bilmektir.

Peki, öyküler bizi neden bu kadar çok etkiler?

Pulitzer ödüllü yazar Willa Cather “Aslına bakarsanız insana ait sadece birkaç değişik öykü vardır ve bu öyküler çağlar boyunca sanki daha önce hiç anlatılmamış gibi tekrar tekrar anlatılır.” der.

Gerçekten de öyledir, Antik dönem mitolojilerinden Hollywood’a kadar, bütün öyküler belli başlı birkaç türden oluşur. En karanlık çağlardan bugüne gelmiş geçmiş tüm kültürler, hep aynı öyküleri anlatır.

En modern ofislerden en “maço kahvehanelere” kadar her yerde, hepimiz aslında özü aynı olan bu öykülerle heyecanlanır, umutlanır, öfkeleniriz. Bu öykülerden anlam çıkarır, ilham alırız. Bu öyküler bizi birbirimize bağlar.

Dünyanın her yerinde öykülerin ortak özellikleri vardır. Bir Aborjin veya Yörük köyünde ya da New York’ta bir gökdelende anlatılan öyküler, şaşırtıcı derecede birbirine benzer. Kültür ve dil farklılığı bile bu benzerliği ortadan kaldıramaz.

Öykü dili en etkili iletişim dilidir çünkü öykü dinleyenlerin zihninin duvarlarına takılmadan, doğrudan bilinçaltlarına ulaşır ve onları ikna eder. Bilinç; mantıklı, sorgulayıcı, dirençli, kritik eden bir işleyişe sahiptir. Bilinçdışı ise değerlerimizi, inançlarımızı depolar ama “akıl yürütmez”; hayal, gerçek ayrımı yapmadan her şeyi gerçek gibi algılayarak hareket eder. Bu sebeple bilinçdışına bir kez yerleşen bilgiler hayat boyu bizi etkileyen, davranışlarımıza yön veren esaslar haline gelir.

Bizim zihnimiz yani egomuz, başkalarının mantığını kabullenmek konusunda bize çok ciddi bir engel oluşturuyor. İnsan kendi geliştirdiği görüşlere sıkı sıkıya bağlanıyor ve fikrini katiyen değiştirmek istemiyor. İkna olmamak için bütün gücünü kullanarak direnç gösteriyor. Çelişkili gibi görünse de bir insanın görüşünü mantıkla yıkmaya çalışmak, o görüşün söz konusu kişide daha da sağlamlaşmasına yol açıyor.

Bizler için öykülerdeki kahramanlarla özdeşleşmek kendi gerçekliğimizle yüzleşmekten çok daha kolaydır. Öykülerde anlatılanlardan “hisse” çıkarmak (ders almak), kendi hatalarımızdan ders almaktan çok daha kolaydır.

Öyküler dinleyicinin gözünde bir tiyatro sahnesi yaratır ve öyküdeki kahraman olaylardan bir ders alır. Dinleyen ise kahramana anlatılan derslerden yani kendisine değil de öykünün içindeki diğerine söylenen sözlerden ders alır.

Öyküler ortak insani yönlerimizi yakaladığı ve zihnimizin savunma mekanizmalarını yumuşakça aştığı için etkilidir. Öyküleri ölümsüz kılan da yüzyıllardır bizlerle kurduğu bu bağlardır.

Öyküler aracılığıyla bağ kurduğumuz insanları harekete geçirmek, onları mantıklı ve rasyonel verilerle ikna etmekten çok daha kolaydır; çünkü insanlar öykü kahramanlarıyla özdeşleşirler.

Öykü dinlerken insanlar rahat bir konuma geçerler, öyküde geçen kahramanlar ve olaylar üzerine odaklanırlar. Savunma yapmadan anlamaya çalışırlar. Bu sebeple öykü, algıların son derece açık olduğu bir trans durumu yaratır.

Öykü dünyası, savunma mekanizmalarının gevşediği, savunma yapan ve sorgulayan aklın yerini bağ kuran, anlam arayan bir psikolojik yapının aldığı sihirli bir dünyadır. İyi anlatılmış bir öykü sadece dinleyeni etkisi altına alıp harekete geçirmekle kalmaz aynı zamanda kulaktan kulağa bir iletişim başlatır. Hiç kimse dinlediği, etkilendiği ve parçası olduğu bir öyküyü başkalarına aktarmaya karşı koyamaz.

Biz, iyiyi ve kötüyü annemizin-babamızın anlattığı masallardan öğrenmedik mi?

Bu masallar bize dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğretti: Kahramanları ve hainleri; doğruları ve yanlışları öğretti. Fakirliği ve zenginliği de öykülerde tanıdık. Öyküler bize her insanın zor durumlarla karşılaşabileceğini, gücünün tükenebileceğini, parasız ya da güçsüz kalabileceğini öğretti.

Ama en önemlisi, öyküler bize çaresizlik diye bir şey olmadığını; içimizdeki kahramanı çıkartacak gücün kendi elimizde olduğunu öğretti. Biz insanın kimsesiz ve parasız kalabileceğini ama asla umutsuz kalmayacağını masallardan öğrendik. Zorluklarla karşılaştığımız her durumda içimizdeki umudu, masallar sayesinde koruduk. En zorda kaldığımız anlarda bile masal dünyasındaki kahramanlar bize ilham verdiler, onlardan güç aldık.

Öyleyse nasıl bir öykü anlatmak gerekir?

Aslında her durumda anlatılacak değişik öyküler vardır. Bu öykülerin bir çoğu da hepimiz kolektif bilinçaltında kazılıdır. Bu sebeple hepimizin kolayca anlayacağı öyküleri anlatmak gerekir:

Bilgelik hikâyeleri, gerçek hayatta karşılaştığımız anekdotlar, tanınmış ya da tanınmamış insanların hayat hikâyeleri, Sufi hikâyeleri, mitolojik öyküler, belki Nasreddin Hoca belki Ezop hikâyeleri. İster Orta Çağ’da kaleme alınmış Şehrazad’ın hükümdar kocası Şehriyar’a anlattığı hikâyelerden oluşan Binbir Gece Masallarından bir masal, ister  Homeros’un İliada veOdysseia destanından bir öykü… Ya da kendi hayal gücünüzün ürünü olan, her günkü deneyimlerimizin arkasında yatan, hayata bakışınızı ve temel değerlerimizi yansıtan öyküler.

O kadar güzel öyküler vardır ki, her biri ayrı bir duruma uygundur. Yaradılış hikâyeleri hemen her din ve kültürde bize nereden geldiğimizi anlatır.

Dönüşüm hikâyeleri, sadece kurbağa olan prenslerin hikâyeleri değildir, onlar bize insanın değişebileceğini, olgunlaşabileceğini anlatır. Ya da başka bir okumayla, hemen dış görünüşe kapılıp yanılmamayı, kurbağaların içinde bir prensin gizli olabileceğini yine öykülerden öğreniriz.

Mitolojik öyküler hırs, şehvet, kıskançlık, kurnazlık, gurur üzerinedir. Bütün mitolojilerde, insanı insan yapan bütün duygular, tanrılar üzerinden anlatılır.

Halk hikâyeleri, bir toplumun değerlerini, inançlarını, korkularını ve umutlarını anlatır. Bu hikayeler bize ilham verir; bir yandan toplumu ve insanları eleştirirken diğer yandan dinleyene daha iyi bir dünyanın yollarını gösterir.

Öyküler ve masallar gerçek insanların dilidir ve her durumda en güçlü dersleri içerir. Gerek öyküler gerekse masallar eğer iyi anlatılırsa, her koşulda müthiş bir etki gücüne sahiptir.

Bu sebeple insanlara ilham vermek ve hayatın her yerinde ihtiyacımız olan değişimi başlatmak için öyküleri yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.

Hollywood’un en meşhur öykü anlatıcılarından, senaristlerin hocası Robert McKee “Zihnimizin dili öykü dilidir. Eğer bir kişi kendi düşüncelerini öykülerle sunmak isterse dinleyici, buna direnmez aksine anlatanı kucaklar.” der.

Siz de bu yalın ama çok etkili yöntemi hayatınıza katmaya ne dersiniz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: “Öyküler Neden Bu Kadar Önemli?” Temel Aksoy, https://www.temelaksoy.com/oykuler-neden-bu-kadar-onemli/