2500 yıldır küçük katkılar ve değişimler ile evrilerek günümüze kadar ulaşan demokrasiyi övenler kadar eleştiren yüzlerce siyasetçi, bilim insanı ve filozof olmuştur. Demokrasi ile ilgili bugüne kadar üzerine yazılan on binlerce kitap, yüz binlerce makalenin mevcudiyeti düşünüldüğünde, demokrasi ile ilgili görüş ve düşüncelerin zenginliği ve farklılığı da anlaşılmaktadır.

Geçen 2500 yıllık demokrasi tarihinde belki herkes tarafından kabul edilen en önemli gerçeklerden biri ise, iktidardaki siyasetçilerin büyük çoğunluğunun Demokrasi’yi kendi anladıkları şekilde uygulamaları ve siyasi çıkarları doğrultusunda onu şekillendirme ve yönlendirmeleridir.

Söz buraya gelince, demokrasi ile ilgili tartışmaları başlatanlar arasında bulunan en eski muhalifleri Sokrates, Platon ve Aristoteles’in demokrasi ile ilgili, benim de kabul ettiğim ve katıldığım görüşlerinin özüne bakacak olursak;

Sokrates: “Demokrasi’nin çok eksiklikleri ve hataları vardır; toplumsal kararlar, deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından alınmalıdır. Herkes devlet yönetimine karışırsa çoğunluğun aklıyla ‘rastgele’ kararlar alma riski ortaya çıkar”

Platon: “Bir panayırdır demokrasi, beğen beğendiğini al… Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter. Saygısızlık nezaket olur; kargaşa hürriyet; israf cömertlik; yüzsüzlük de yiğitlik.  Eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demagoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar.”

Aristoteles: “Demokrasi, insanların sayı çoğunluğuna dayanarak dilediğini yapmalarından başka bir şey değildir. Demokrasi cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline hızla dönüşebilir.”

Açıkçası ben de aynı endişelerle bu eleştirilere katılıyorum. Demokrasi denen bu yönetim biçiminin ülkemizde ve dünyada kimleri siyasetin merkezine taşıdığını, yönetim erkini kimlere verdiğini görüp de katılmamak elde mi? Aslında bu demokrasi elbisesi bize pek uymadı, biraz deli gömleği gibi geldi sanki. Cahil kalmış, eğitimsiz toplumlarda, toplumsal aydınlığı, sosyal gelişmeyi, insani ve ahlaki değerlerin yükselmesini, yönetimin liyakatli ellere geçmesini engelleyen, nitelikli sosyal kesimleri bir deli gömleği gibi sımsıkı saran, bağlayan bir rejime, insanlığı ortaçağa bağlayan bir prangaya dönüşüyor bence.

Demokrasi ölsün, yaşasın Meritokrasi mi desek?

Meritokrasi nereden çıktı arkadaş, meritokrasi ne ki dediğinizi duyar gibiyim. Meritokrasi Oxford Sözlükte ‘liyakate göre seçilmiş kişiler tarafından yönetilen bir toplum’ olarak tanımlanmaktadır.

Meritokrasi, yönetim gücünün, kişilerin yeteneğine ve bireysel üstünlüğüne yani liyakate dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare gücü, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır, kayırma yoktur. Özellikle kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme ve yükselmelerinin bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlar.

Meritokrasi sözcüğü ilk kez Britanyalı sosyolog Michael Young’ın hiciv tarzındaki eseri  Meritokrasinin Yükselişi (Rise of the Meritocracy)’ nde geçmektedir. Bu kelime Latince: meritum ile Yunanca kratein sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Meritum; yeterli ve değer anlamına, kratostan türeyen krasi ise güç, etki ve kuvvet anlamına gelmektedir. Sözcükler birleşince ortaya çıkan sözcük ise toplumda değerlilerin, seçkinlerin güçlü ve etkili olmasını savunan bir görüşün adıdır. Dolayısıyla üst kademelerde zekâ, çalışkanlık ve diğer mesleki hünerleri bulunan kişilere yer verilmesi anlamına gelmektedir.

Liyakat sistemi (merit system), siyasi kayırmacılık sisteminin uygulamada olumsuz sonuçlar vermesi neticesinde ortaya çıkan bir sistemdir. Sistem, 1883 tarihli “İngilizce: Pendleton Act”in ABD’de uygulanmasıyla başlanmıştır. Kayırma sisteminin ortaya çıkışından itibaren geçen zaman içinde devletin rolü büyük ölçüde değişmiştir.

Devletin geleneksel düzenleyicilik işlevleri hem hacim yönünden katlanarak artmış, hem alan itibarıyla son derece genişlemiş; bunun sonunda devlet yeni ve büyük sorunlar üstlenmiştir. Devletin bu yeni görevlerini yerine getirebilmek için modern kamu personeli, zamanımızın sosyal, ekonomik, bilimsel ve teknik problemlerini çözme gücüne sahip olmalıdır. Bu ihtiyaçlarla ve sorunlarla karşı karşıya kalan devlet, bunları çözümleme sorumluluğunu üzerine almış ve “liyakat sistemini” geliştirmiştir. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi, yazarın Kamu ve Kamu Personeli kitabında bulunmaktadır.

Ayrıca sosyolog Melvin Tumin’in ifade ettiği üzere meritokrasi, toplum içerisinde bireylerin yetenekleri ölçüsünde rol almaları durumudur.

İngiltere merkezli Meritocracy Party, beş maddeden oluşan bir manifesto yayımlamıştır. Bu maddeler şu şekildedir:

  1. Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
  2. Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
  3. Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
  4. Eşit imkânlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
  5. Tatminkâr erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.

Ülkemizde devlet meritokrat anlayış ile biçimlenirken, siyaset iktidara gelenler tarafından eğilip, bükülerek her şekle sokulan demokrasi ile şekilleniyor. Bence bu kaotik durumu düzeltmek adına siyasette de Türkiye Cumhuriyeti Meritokrasi ile yönetilmeli desek mi? Ne dersiniz?..

 

Yücel BİNİCİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak:

  1. “Sokrates, Platon ve Aristoteles ve Demokrasi” https://ortakakil.org.tr/dis-iliskiler/sokrates-platon-ve-aristoteles-ve-demokrasi/
  2. “Meritokrasi “ https://tr.wikipedia.org/wiki/Meritokrasi