O PARADA KİMLERİN HAKKI VAR

Sanırım altı yedi yaşlarındaydım. Annem bir öğle üzeri çağırdı beni, demir iki buçuk lirayı uzattı; “al bu parayı, bakkaldan bir ekmek al da gel” dedi.  Aldım parayı, evimize elli metre bile olmayan bakkala gittim, bir ekmek aldım. Ekmek bir lira, bakkal amca yüz elli kuruş verdi, para üstü.

Tam bakkaldan çıkarken seyyar dondurmacı ile karşılaştım. Gerçi o yıllarda her şey seyyardı; simitçi, tatlıcı, dondurmacı, sebzeci, şalgamcı, hatta seyyar bir dönme dolap bile gelirdi arasıra mahallemize. Neyse; yüz elli kuruşu uzatıp, “dondurma istiyorum” dedim. Dondurmacı biraz şaşkın; “hepsine mi” dedi, “evet hepsine” diye yanıtladım. Kocaman bir külah dondurmayı hazırlayıp, uzattı bana. Mutluluktan uçarak elimde dondurmayla eve geldim.

Annem kapıyı açınca yaşadığı küçük bir şoktan sonra, çok sevecen bir edayla;

– aaa!.. dondurma mı aldın?
– Evet.
– Kaç liralık bu dondurma?
– Yüz elli kuruşluk.
– Senin yüz elli kuruşun mu vardı?
– İki buçuk lira verdin ya, ekmekten kalan parayla aldım.

Hiç renk vermeden; “ver bakalım o dondurmayı bana” dedi, uzattım. Dondurmayı aldığı gibi banyoya gidip, küvetin içine attı, suyu da açıp duş başlığını dondurmanın üstüne doğru tuttu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken; “önden buyurun beyefendi, sizi salona alalım” dedi.

Salon; annemin, bir suç işlediğimiz zaman suçlu olanı götürüp, bütün bilgeliğini konuşturduğu yerdi. Bir çocuğun dondurma almasının nesi suç olabilir ki diyen iç sesim eşliğinde salona geldik tabi. Annem kibarca; “ buyurun oturun beyefendi” diyerek koltuğu işaret etti. Kendisi de bir sandalye alıp tam karşıma, dizdize denecek mesafede oturdu.

– Tamamına dondurma aldığınız o yüz elli kuruşun tamamı sizin miydi beyefendi?
– Hayır.
– Bence de sizin değildi. Otuz kuruş harcama hakkınız vardı oradan, tabii ki benden izin alarak.
– Nasıl yani?
– O para ailemizin parasıydı, o parada benim, babanın ve iki kardeşinin de hakkı vardı. Biz, beş kişilik bir aileyiz, yüz elli kuruşu beşe böl, kişi başı otuz kuruş düşer. Yani senin o paradaki hakkın otuz kuruş ama sen ne yaptın? Hepimizin hakkını tek başına yemeye kalktın, hem de bizim bilgimiz ve onayımız olmadan. Kusura bakma sen çok ağır bir suç işledin ve ağır bir ceza vermek zorundayım.

Annem dediğini yaptı, hayatım boyunca kulağımda sallanıp duracak, aklımdan çıkmayacak ağır bir ceza verdi. Fakat aldığım ders için verdiği cezayı ikiye üçe katlasa da değerdi.

Bekâr ve yalnız yaşadığım dönemde bile o soru hiç aklımdan çıkmadı. Bugün halen, kendi kazandığım parayı bile ne için harcayacak olursam olayım, durup bir düşünüyorum; bu parada kimlerin hakkı var?

Ulu bilgem deyişim boşuna değil; düşündükçe zekâsı, insani ve etik değerlere bağlılığı ve kullandığı eğitim yöntemleri karşısında hayranlığım her gün katlanarak büyüyor. Derse bakar mısınız? Ne yok ki içinde; milli gelir, milli varlık, hak sahipliği, kamu hukuku, adil paylaşım, harcama yetkisi, adalet, suç, ceza, yargılama, namus, sevgi, saygı, emanete sahip çıkma, koruma, insani ve ahlâki değer yargısı, eğitim, öğretim anne baba olma bilinci ve şimdi aklıma gelmeyen başka şeyler.

Bilgelik böyle bir şey, eğitim böyle bir şey, ustalık böyle bir şey…

Çok şanslı bir çocuk, çok şanslı bir çırak olmak böyle bir şey…

yücel binici